Hadi size 100 puanlık bir uzmanlık sorusu, annelik insanoğlunun (insan kızı niye değilse?) dişil versiyonunun standart donanımında var mı? Bence yok, daha doğrusu benimkinde yokmuş. Bunu nereden anladığımı az sonra anlatacağım ancak, kimi hemcinslerim var ki, gerçekten analarının karnından gerçekten “anam anam cefakar anam, vefakar anam” olarak doğuyorlar. Bu minik analık bebekken kız bebeklerinin altını değiştirmekle başlıyor, çocukken daha küçük bebeklere ablalık yapmakla devam edip, kendileri doğurana kadar da buldukları her bebeği Elmayra misali (Elmayra’nın kim olduğunu anlamaya tevellütü yetmeyenler Hz. Gugıl’ı açıp bir bakıversin bi’zahmet) mıncıklamak suretiyle devam ediyor.
Doğurduklarında da sanki aynı saniyede hayatları boyunca o ana hazırlanmış ve o anı bekliyorlarmış gibi, pıt diye emziriveriyorlar, fırt diye gaz çıkartıveriyorlar. Hepsi mükemmel anne ve hepsi mükemmel bebekler doğuruyorlar. Bunlarınki müpmükemmel de benim ki niye böyle diye afallayıp kalıveriyorsunuz. Hepsinin sizin bebeğinizle ilgili ne yapmanız gerektiğine dair bir fikri var, ve aslında sizin bebeğiniz için yaptığınız her şey yanlış. “Aaaa hiç öyle şey olur mu şekerim, ben bizim Berilsu’yu doğduğundan beridir hep damacana suyuyla yıkadım, musluk suyundan mikrop kapar maazallah” diyenine “Anan da küçükken seni hep damacana suyuyla yıkamış zaten bacım!”ı yapıştırıverirsiniz. Bu kadar mübalağa yaptığıma bakmayın, gerçekten tek amaçları size kendinizi yetersiz hissetmek olan bir kadın güruhu var. Onlardan sebep ben tabağından, emziğinden, kaşığından geçtim, neredeyse çocuğun kendisini sterilizatöre sokacaktım. Lohusalık dediğin bildiğin delilik hali zaten. Onu da ayrıca anlatırım.
Hamilelik boyunca bu mükemmel annelerin mükemmel evlatlarını dinleyip, o mükemmel doğum fotoğraflarını instagram’da stalklayınca “Ay!” diyorsun, “Kimbilir ben nasıl bir mükemmellik doğuracağım?” Kimse size yeni doğmuş bebeklerin kara kuru, buruşuk ve sürekli ağlayan bir insan kırıntısı olacağını söylemiyor. Misal ben, bildiğin küçük bir adam doğurdum. Doğum fotoğrafını bir arkadaşıma gönderdiğimde “Müdürüm olsa izin istemeye korkarım” dedi yahu… Oğlumu ilk kucağıma aldığımdaki o eşsiz mükemmel anı hiç anlatmayacağım, herkes sadece sapır sapır o kısmı anlatıyor zaten. Kuzuyu kucağıma verdiklerinde, ilk duygu selini atlatıp, hüngür şakır mutluluk gözyaşlarımı sildikten sonra, bir eşime baktım yakışıklı bir adam, bir kendime baktım, eh çok çirkin bir kadın da sayılmam, sonra hastanede o esnada doğan başka bebek var mı diye sordurdum, yokmuş, karışmış olma ihtimali de yok yani, biz sarışın insanlarız, bizimki bildiğin Şirin Baba’nın simsiyah saçlı kırmızı versiyonu, kime çekti ayol? Diye sorarken buldum kendimi. “Kundak çirkini, mahalle güzeli” atasözünü yaşayarak öğrendim ben. Atalarımızın bir bildiği varmış demek ki.
Anne olmanın benim standart donanımımda olmayıp sonradan download edildiğini (Standart araba alıp üstüne yeni donanım ekletmek gibi bir şey mi bu, yoksa Windows alıp Outlook’a tekrar ödeme yapmak gibi mi, iyi bir şey mi kötü bir şey mi bilemedim ama) anlatmaya girişip anneliğin anlatılmayanlarını anlattığım bir yazı oldu bu. Daha anlatılmayan neler neleeer var, ben burdan yürürüm. Zaten ilk elin günahı olmazmış. İdare ediverin gari!