Ben eski ben olsam (yazar burada “şimdiki ben olmazdım” diye feylesofik bir giriş yapmak istemiştir) yani bundan bir 10 yıl önce, çocuk doğurmak konusundaki fikrim “never, ever”ken, “Yok canım herkes üremek zorunda değil, hatta üremek ehliyete bağlanmalı” ve “Böyle bir dünyaya çocuk getirilir mi yeaa?” diye ahkam kesip, çevremdeki ebeveynlerin kucaklarında avaz ava bağıran bebeleriyle, sıtkıları sıyrılmış gibi görünürken ısrarla “Ay siz de mutlaka çocuk yapmalısınız, dünyanın ennn güzel duygusu bu” söylemlerini, içten içe “biz yandık, siz de yanın mutlaka” diye anlarken ve dahi “Ben çocuk yapacak olsam, en değerli varlığımı hayatta bir başkasının eline bırakmam, madem yaptın otur başında büyüt” diye ağzımı yaya yaya hariçten gazel okurdum. Ne pis bir insanmışım ben yahu.
Gevezelikten mütevellit, girizgahı o kadar uzun tutunca mevzunun özünü kaçırıyorum iki seferdir. Çocuğuna iyi bir gelecek hazırlayabilmek ile şimdi çocuğu ile birlikte iyi vakit geçirebilmek arasında sıkışıp kalmış, mevcut az zamanlarını ne kadar iyi geçirirse geçirsin, daha fazla iyi zaman geçirmeliyiz diye vicdan azabından kendini paralayan kadına “çalışan anne” denir. Az zamanı daha iyi geçirme çabasıyla hafta sonu planları, hafta içi akşam planları, ay şuraya da götüreyim, burada da eğlenelim, fotoğrafları gördün mü şekerim, falancalar çocuğuyla şöyle bir yere gitmiş pek eğlenmiş, biz de mutlaka gidelimler, ki bunların hepsini ben de yapıyorum, zarfa takılıp mazrufu kaçırıyormuşuz gibi geliyor bazen. İçimizde “Evladınla yeterince vakit geçirememek” isimli kocaman aç bir vicdan azabı canavarı var, bizim türlü atraksiyonlar ile kuzumuzun yüzünde gördüğümüz her tebessüm, o canavarı bir nebze doyuruyor. Azıcık içiniz rahat ediyor ama sonra fark ediyorsunuz ki o canavar hep aç. Ben onun geleceği için çalışıyorum, hem sonra uzmanlar (o uzmanlara da ayrı bir yazıda değineceğim) az ama nitelikli vakit geçirmek daha önemli vs vs diyerek kendinizi rahatlatıyorsunuz. Evde kalsanız iş hayatınızı özleyip, ama benim kariyerim diyorsunuz, işte olsanız, hiç tanımadığınız bir bakıcı ya da kreş öğretmeninden oğlunuzun/kızınızın ilklerini dinleyip o anlara şahitlik edemiyorsunuz.
Çalışmayan anne olmaksa bence çok daha zor, bütün gün evde mabadınız yer görmeden oradan oraya koşturup, gün sonunda yaptığınız onca iş göze de görünmüyor. Yani çalışmayan anne arkadaşlarım öyle anlatıyor, o kısım benim çalışmadığım yer olduğu için bilemiyorum. Sonuçta ortak noktamız, mabadımızın yer görememesi
Bu kadar bıdırdandıktan sonra analık zor şey vesselam diye konuyu bağlayıp, Allah kimseyi evlatsız da işsiz de bırakmasın diye de son noktayı koyarım.
Ps: Yukarıdaki fotoğraf, iş için şehir dışında 2 gün geçirdikten sonra #KeremEfendi ‘nin beni sahadaki etkinlikte ziyarete geldiği andan. (İşte o canım annecim deyip sarıldığı an var ya, gerçekten paha biçilemez, dünyanın enn güzel duygusu bu, siz de mutlaka hemencik çocuk yapın)