Batı Antalya’nın antik kentleri

0
1867

Bu ay Antalya’nın antik kentlerini yazmak için yola koyuldum.  Anadolu’nun en zengin açıkhava müzesi olan şehre ulaştığımda konaklamak için bütün antik kentlerin adeta merkezinde olan Olympos’a yerleştim. Kaldığım Sheriff Pansiyon’un nam-ı değer şerifi Halil Karataş rehberliğinde  Batı Antalya’yı boydan boya gezme fırsatı buldum. İşte sizler için seçtiğim mutlaka gezmeniz gereken antik kentler.

Adeta bir açık hava müzesi olan Antalya’da yer alan antik kentleri ve tarihi eserleri hayranlıkla izleyeceksiniz.

Arkeolojik zenginikleri ve muhteşem sahilleriyle ünlü Antalya’da her yıl dünyanın pek çok ülkesinden bilim adamı arkeolojik kazılar yapıyor. Yapılan kurtarma kazıları ve çevre düzenlemeleri uzun yıllar sürse de ortaya çıkarılan medeniyetler geçmişe ışık tutuyor ve o zamanın tekniğiyle yapılan eserler insanı hayretler içerisinde bırakıyor.

Klasik Arkeolojinin başkenti: Antalya

Antalya özellikle kültür ve deniz turizmi açısından oldukça önemli bir tatil merkezi. Binlerce yıl öncesinden günümüze ulaşan antik kentler ve yapıların içerisinde bulunan yapılar insanda hayranlık uyandırıyor. Şehir adeta bir açık hava müzesi desek sanırım yanlış olmaz. Antalya için işin uzmanları “klasik arkeolojinin başkenti” diyor. Klasik Çağ, Helenistik Çağ, Roma Çağı, Bizans Çağı, Osmanlı…  Bu şehirde adım başı bir antik şehir, adım başı bir kalıntıyla burun buruna geliyorsunuz.

Tiyatrolar, surlar, hamamlar, kiliseler, kaleler, köprüler, bazilikalar, tapınaklar ve mezarlarla çevrili Antalya’da Roma ve Bizans dönemine ait mimari yapılar dikkat çekiyor.  Neolitik, Paleolitik çağlardan kalma buluntuları ve şehire son şeklini veren Selçuklu ve Osmanlı etkisini de unutmamak gerekiyor. Bu kadar kültürel zenginliği sınırları içerisinde bulunduran şehir, hem denizi ve kumuyla hem de antik kentleriyle sadece Türkiye’nin değil, dünyanın da önemli turizm merkezleri arasında yer alıyor. Peki Antalya’daki antik kentler arasında bir tura ne dersiniz?

OLYMPOS

Antik Likya’nın en önemli kenti: Olympos

İlk ziyaretimi Olympos’taki Antik Kent’e gerçekleştiriyorum. Ormanın girişindeki kaktüsler adeta size Arizona Çölleri’ndeymişsiniz hissini veriyor. Bu kaktüslerin lezzetli meyvelerini sonbahar ayında yiyebilir ya da lezzetli reçeller yapabilirsiniz. Olympos benim için çok özel bir deneyim. Üç yıl sonra kendimi mutlu ve huzurlu hissettiğim mis kokulu ormanın içerisindeyim. Attığım her adımla sanki  yüzyıllar öncesine yolculuk yapıyormuş gibi bir hisse kapılıyorum.  Ormanın içerisinde, Antik bir uygarlığın hemen  kalbindeyim. Şırıl şırıl akan dereyi seyre dalıyorum ve serinlemek için dere kenarına inip, yüzümü yıkıyorum.  Eski tapınak, tiyatro, kilise, mezarlar ve lahitler ile her an ormanın içerisinde karşılaşmanız olası. Ya da ansızın karşınıza çıkan diğer turistlerle!

olimpos antik kent

Burayı cazibe merkezi yapan en önemli detay ise denizin hemen yanıbaşında ve Likya yolu üzerinde olması. Antik Likya’nın en önemli antik kentleri arasında yer alan Olympos’un kesin kuruluş tarihi bilinmemekle birlikte, insan asıl bu şehrin nasıl yerle bir olduğunu merak ediyor. Günümüze kadar iki kez büyük deprem geçiren ve bir sürede korsanların ele geçirdiği Olympos, Haçlı Seferleri sırasında da Vedenik, Ceneviz ve Rodos şövalyelerinin saldırısına uğrayan antik kent. 15. Yüzyılda Fatih Sultan Mehmet döneminde Osmanlı İmparatorluğu’na katılmış.

Zeniketes’in Korsan Krallığı

M.Ö. 1. yüzyıldan itibaren ise şehir farklı bir konuma büründü. M.Ö. 52 yılında Zeniketes adında bir korsan, Olympos şehrini ele geçirdi. Bölgede bulunan stratejik bir kalede ikamet etmeye başlayan Korsan Zeniketes, komşu şehirler Phaselis ve Korykos’u da alarak Akdeniz ticaretine büyük bir darbe vurdu. Bölgede bir ‘Korsan Krallığı‘ kurdu ve Korsan Kral Zeniketes olarak anılmaya başladı. Bu küçük korsan imparatorluğu yaklaşık 26 yıl boyunca Doğu Akdeniz’de aktif oldu ve yüzyıllarca dört bir yandan baskı altında kalan Likya halkına geçici bir özgürlük sundu.

Korsan Zeniketes’in adı ve krallığı kesin olsa da, nereli olduğu ve ne iş yaptığı henüz bilinememektedir. Korsan Zeniketes’in Olympos’tan biri olduğuna dair diğer ve kuvvetli bir görüş ise yönetimidir. Zeniketes, Olympos ve çevresindeki bir çok ufak kenti ele geçirmiş ve 26 sene kadar uzun bir süre yönetmiştir. Bazı antik çağ araştırmacılarına göre, Zeniketes eğer halktan birisi olmasaydı halktan destek göremez ve kısa sürede isyan çıkardı. Ancak bu 26 sene boyunca Zeniketes’in ülkesinde hiç isyan yaşanmadı.

olympos kale

Tarihi kalıntılar arasında deniz keyfi

Torosların eteklerinde, Antalya’nın 80 km yer alan şehri Olympos Çayı şehri ikiye bölüyor. Eski dönemlerde bu çayın üzerinde bir köprü yer alıyor ve ticaret gemileri daha iç kısımlara kadar gelebiliyormuş. Şimdilerde ise yaz aylarında çayda çok fazla su olmadığı için ancak ördekler yüzebiliyor. Akçay’ın denizle buluştuğu Olympos ve Çıralı sahilinde ise sizi eşsiz bir deniz keyfi bekliyor. Denizde yüzerken suyun turkuvazdan maviye geçişi ve heybetli Musa Dağı’nın eteğinde çakıl taşlarını görerek ve balıkları sayarak bu eşsiz manzaraya karşı yüzebiliyorsunuz.

Burayı aslında biraz Phuket’e benzetiyorum. Ancak yapılaşma izni olmadığı için salaş bir tatil mekanı olarak kalmış. Tarihi, eşsiz sahili, endemik bitkileri ve caretta carettaları ile Olympos, tamamı arkeolojik ve doğal sit alanı olarak koruma altına alınmış.  Bu eşsiz antik kentin evrensel değerini düşündüğümde bir reklamcı ve iletişim uzmanı olarak bu kadar güzel bir yer nasıl hak ettiği değeri bulamaz diye açıkçası şaşırıyorum.  Böyle bir zenginliğe sahip olduğumuz için kendimizi şanslı hissetmeli ve antik kentlerimizi uluslararası arenada tanıtmalıyız.  Keza sadece tanıtımın da bu konuda yeterli olacağını düşünmüyorum. Antik kentlerle iç içe bir turizm uygulama planı hazırlanması ve bu alanların cazibe merkezi haline getirilmesi gerekiyor. Şu an hali hazırda Olympos’un ağaç evlerinde ekonomik fiyatlara konaklayarak, çevredeki antik kentleri gezebiliyorsunuz. Ancak pansiyonlar için sıkı bir düzenlemenin şart olduğunu düşünüyorum. Şu an ki haliyle görünüm ve hizmet kalitesi bakımından pek çok pansiyon insanları cezbetmiyor. Halbuki Animal Planet’te Treehouse Masters programını yapan Pete Nelson’un ağaç evleri bir harika. Benzer modeller burada da uygulanabilirse oldukça ilgi çekeceğini düşünüyorum.  Ya da Costarica ve Toskana bu konuda örnek alınabilir.

Çevredeki antik kentlere ulaşım ise direk araç ve toplu ulaşım imkanı olmadığı için biraz meşakatli. Ayrıca araç kiralama şirketi de bu çevrede bulunmuyor. Anlayacağınız antik kentlere ulaşım yerli ve yabancı turist açısından tam bir kaos. Ulaşım minibüslerle sağlanıyor ancak çoğu antik kente tek vasıta ile gidemiyorsunuz. Bu konuda belediyelerin ortaklaşa yapacağı çalışmaların biz gezginler için son derece faydalı olacağını düşünüyorum.

Rhodiapolis Antik Kenti
Rhodiapolis Antik Kenti

RHODIAPOLIS

Likya döneminin en hayırsever insanı: Opramoas

İkinci ziyaretimi döneminin en hayırsever insanı Opramoas’ın anıtının bulunduğu Kumluca’daki Rhodiapolis Antik Kenti’ne gerçekleştirdim. Kentte yapılan çalışmalar hakkında Kumluca Belediye Başkanı Hüsamettin Çetinkaya’dan bilgi aldım ve antik kenti ziyaret ettim.Kumluca Belediyesi’nin destekleri ve Antalya Müze Müdürlüğü’nün yapılan kazılarda muhteşem bir antik kent ortaya çıkarılmış. Bu kadar güzel bir şehir bence daha fazla ilgiyi hak ediyor. Belediye başkanı şehir hakkında bilgi verirken, gözlerinin içi parlıyor. Bizzat kazılar yapılırken yeni keşiflerde bulunmuş.  Yakın zamanda ziyaretçilerin girişine açılacak antik kent, ziyaretçileriyle buluşacağı günü bekliyor.

İlk defa Avusturyalı arkeologlar tarafından keşfedilen antik kent, 2000 yılında meydana gelen büyük yangından sonra gün ışığına çıkmış. Prof. Dr. Nevzat Çevik başkanlığında 2006 yılında başlatılan kazılara 2009 yılından itibaren Akdeniz Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. İsa Kızgut başkanlığında devam ediliyor. Opramoas zamanında (MS 2. yüzyıl ) en parlak dönemini yaşayan şehirde şu anda; tiyatro, hamam, kütüphane, Opramoas anıtı, kilise, nekropoller ve çok sayıda su sarnıcı bulunuyor. Opramoas anıtı bloklarında yazılı olan 12 imparator mektubu, 19 procurator mektubu ve 33’u birlik toplantısına ait yazılı anıt defineciler tarafından patlatıcı kullanılarak tahrip edilmiş. Kentte Klasik dönemden Bizans’a kadar kalıntılar görmek mümkün. Antik kentin restore edilen 1500 kişilik Helenistik tiyatrosu, 22 Haziran 2011’de devlet, özel sektör ve sivil toplumun işbirliğinde yapılan bir organizasyon neticesinde verilen konserle bin yılı aşkın süre sonra ilk kez müzikle buluşmuş. Hayli renkli görüntülerin yer aldığı Sarıcasu Mahallesi’nde halk konseri yaşlı genç hep beraber izlemişler. Konser sonrası Rhodiapolis Antik Kenti’nin bulunduğu o zamanki köy şimdi ise mahalle olan Sarıcasu Mahallesi’nde (o zaman ki köyünde) yaşayan fotoğrafta da gördüğünüz bazı vatandaşlar, gazetecilerin “Konser nasıldı?” sorusuna, “Valla bir şeyler söylediler ama, pek anlamadık, Bunun yerinde keşke bir alyazmalım çalsalardı daha eyi olurdu” şeklinde cevap vermişler. 

Halkın vergi isyanı indirimle sonuçlandı

Antik kenti bana gezdiren Kumluca Belediyesi Basın Danışmanı Mehmet Çakmak, Anadolu Ajansı’nın eski muhabirlerinden. Gezimiz sırasında benimle oldukça ilginç bilgiler paylaştı. Gazetecilik yaptığı dönemde Rhodiapolis kazılarını takip eden Mehmet Bey, yaptığı haberle 2010 yılında Ekonomi Muhabirleri Derneği tarafından düzenlenen yarışmada “Altın Kalem Ödülü” kazanmış. Haber şöyle: 

Antik kentte yaşayan insanların yüksek vergilerden şikayetçi oldukları ortaya çıktı.

2006 yılında Akdeniz Üniversitesi (AÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Başkanı Prof. Dr. Nevzat Çevik Başkanlığında başlatılan ve bu yıl aynı üniversiteden Yrd. Doç. Dr. İsa Kızgut’un Başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarında, Antik kent ve kent yaşamıyla ilgili ilginç buluntular ortaya çıkartıldı.

Rhodiapolis Antik kenti, insanlık tarihinin bilinen en hayırsever insanı Opramoas’ın yanı sıra, dünyanın en uzun taş yazıtlarıyla biliniyor. Kazı Başkanı Yrd. Doç. Dr. İsa Kızgut, antik kentte yapılan kazılarda ortaya çıkartılan buluntularla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, Rhodiapolis’lilerin yüksek vergilerden dolayı dönemin Roma İmparatoruna bir yazı göndererek indirim yapılmasını istediklerini söyledi.

Rhodiapolis’lilerin İmparator Septimius Severus’tan iki şey istediklerini hatırlatan Kızgut, “Rhodiapolis Antik Kenti kazılarında bir çok tarihi buluntunun yanı sıra, antik kentte sosyal yaşama ilişkin de bazı buluntular ortaya çıkarttık. Bunlar içerisinde en dikkat çekici olanı, halkın yüksek vergiden sıkıntı çektiği ve bunun çözümü olarakta imparatora bir elçi göndererek, indirim istediği ve indirimin sözünü alarak dönen elçinin yazdırdığı yazıtı ortaya çıkarttık. Bu yazıtı taş üzerine yazdırarak stel şeklinde agoraya diktirttiği bir yazıt var elimizde. O günkü yaşamda KDV ve gelir gerisi oranlarının düşürülmesinin istendiğini düşündüğümüzde antik kentte İ.S. üçüncü yüzyıl ortalarına doğru Rhodiapolis’lilerin vergileri ödeyemeyeceklerini anlıyoruz bu yazıttan” dedi.

Taş yazıta göre Rhodiapolis’lilerin iki konuda dönemin Roma İmparatoru Septimius Severus’tan indirim ve önlem istediklerini anlatan Kızgut sözlerini şöyle sürdürüyor: “Bu yazıttan anlaşıldığına göre Rhodiapolis’liler İmparator’dan birinci istekleri antik kentte artan dinlerin masraflarının karşılanamayacağını belirterek bunun önüne geçilmesini isterler. İmparator, bunun sözünü vermiyor ve diyor ki, bu kültler devam edecek. İkincisinde ise vergi oranlarının yüksekliğinden şikayet edildiğinde ise buna yeşil ışık yakıyor ve elçiye söz veriyor. Gelen elçi sevinç içinde Rhodiapolis’e döndüğünde yöneticisine bildiriyor. Onun onuruna da bu yazıt stel olarak agoraya dikiliyor.”

Phaselis Antik Kenti, Antalya
Phaselis Antik Kenti, Antalya

PHASELIS: Büyük İskender’i altın taçla karşıladılar 

Phaselis, Hellen dilinde “Tanrı esirger” anlamında bir sözcüktür. Yunanca’da “fasülye” anlamına geliyor. Antik kent, Antalya’ya 35 km uzaklıkta Tekirova’nın hemen yakınında bulunuyor. Rodoslu kolonistler tarafından kurulan kent, sonraki yüzyıllarda Likya doğu kıyısının başlıca limanı oldu. Büyük İskender’in hayranlık beslediği ve bir kış mevsimi boyunca kaldığı kentin tarihinde, İ.Ö 333’ de Büyük İskenderi altın taç ile karşılamaları şehir tarihinin en renkli sayfalarından biridir. Bir süre komşu kent Olympos ile korsanların talanına maruz kalmasının ardından. İ.Ö 43’de Roma egemenliğine girer ki, bu dönem şehirde yeniden yapılanma ve en az 300 yıl sürecek refahın başlangıcıdır. 

Phaselis’e düzenlenen tekne turlarıyla koya her gün dünyanın dört bir tarafından yüzlerce kişi geliyor. Bir zamanların en önemli ticaret merkezlerinden bir olan Phaselis korsanların da uğruna büyük mücadeleler verdiği bir yerdi. Bu kadar önemli bir şehrin halkı da gururuna çok düşkünmüş ve kibirli bir halkmış, kentte basılan paralar, bölgenin güzelliğini vurguluyormuş. Kente gelen yabancılar öncelikle hamamda yıkanmak zorundaymış. Phaselis halkından olmak bir ayrıcalıkmış. Phaselisli olmak için büyük paralar ödemeniz gerekiyormuş. 

Gerek konumu ve gerekse şahane deniziyle Phaselis, yarımadayı iki yanından çevreleyen limanlarıyla çok özel bir konuma sahip. Phaselis’in içi ve çevresi çam ormanlarıyla dolu olması sebebiyle yazın sıcak günlerinde bile serin ve huzur dolu. Milli park içinde yer alan bu bölgede piknik alanları da kullanıma açık. Dilerseniz aileniz ve arkadaşlarınızla antik kentin kalbinde piknik de yapabilirsiniz. Ayrıca çakılsız sahili sayesinde Antalyada ki en güzel plajlar dan birine sahip olma özelliği taşıyor ve limanda her daim görülebilen korsan tekneleri de insana adeta bir efsanenin tam ortasındaymış hissini veriyor. Bir taraftan antik kenti gezerken, diğer taraftan akıllara burada daha önce yaşananlar geliyor. Ne oldu da böylesine güzel bir şehir bugün gördüğümüz hale geldi? Akla ilk gelen büyük Akdeniz depremleri . Deprem sıklığı ve şiddeti bakımından dünyada Çin’den sonra ikinci sırayı alan Anadolu ve özellikle Akdeniz bölgesi, antik devirlerde, eski çağlarda, Bizans döneminde – birçok depremle karşılaşmış, ayrıca coğrafi bağlantısı dolayısıyla Filistin ve Kuzey-Suriye’deki deprem merkezlerinden de etkilenmiştir. Antalya’da bulunan pek çokk antik kent de büyük depremlerden nasibini almıştır. Ancak şehir sadece depremlerle bu hale gelmiyor, korsan saldırılarına da uğruyor. Bu sorunun cevabını Prof. Dr. Nevzat Çevik’in “Lykia Kitabı”nda bulabilirsiniz. 

Hem mavi yolculuk yapın, hem de antik kentleri gezin 

Antalya’da antik kentleri gezmenin seyyahlar için en mantıklı yolu tekne turlarına katılmak. Bu sayede hem mavi yolculuk yapmış, hem de antik kentleri gezmiş olursunuz. Suyun altını görebileceğiniz akvaryum tekne ile yapılan Kekova tekne turuyla Batık Şehir’i görebilirsiniz. Bu tur aynı zamanda Kaleköy’e uğruyor ve Demre ile Myra’yı da aynı turla gezmeniz mümkün. Kemer tekne turuna katılarak da Phaselis’i görebilirsiniz. Limanda bulunan korsan gemileri kalbinizi fethedecek. Benden söylemesi! 

Tavsiyem tatilinize başlamadan önce mutlaka müze kart edinmeniz. Müze kartınız yoksa antik kent girişleri bütçenizi zorlayabilir.

Myra Antik Kenti
Myra Antik Kenti

MYRA: Yunan Tiyatro maskeleri ile fotoğraf çektirin

Demre’de yer alan Myra Antik Kenti’ni dilerseniz minibüslerle ulaşım sağlayarak  ya da tekne turuna katılarak gezebilirsiniz. Demre’ye gittiğinizde Noel Baba Kilisesi, Myra Antik Kenti veTiyatrosu, Andreake Antik Kenti, Kaya Mezarları, Simena Antik Kenti’ni görebilirsiniz. Ancak tekne turu kapsamında sadece Myra Antik Kenti’ni ve Noel Baba Kilisesi’ni ziyaret edebilirsiniz. Antik kentte en çok dikkatimi çeken ve şaşırtan detay ise Yunan tiyatro maskeleri oldu ve ben de aynı şaşkınlıkla maskelere karşılık verdim.

Hristiyanlığın başlangıcından itibaren Lykia’nın en ünlü ve önemli kenti Myra’dır. Antik kaynakların M.Ö 1. Yüzyıldan itibaren Myra’dan bahsetmelerine rağmen, kaya mezarlarından ve bastıkları sikkelerden bu şehrin en az M.Ö V. yüzyılda varolduğu anlaşılıyor.  Yunan halk kentin koruyucu tanrıçası olan Artemis’e tapmışlardır. Athena, Zekus ve Tike’ye de  taptıkları söyleniliyor. Myralılar limanları Andriake’yi korsanların baskınlarına karşı korumak için nehrin ağzına zincir germişlerdir. Bu zincir M.Ö 42’de Markus Junius Brutus tarafından para toplamak amacıyla Myra’ya gönderilen komutan Lentulus tarafından şehre getirilirken kırılmıştır. 

Şu an için Myra’da görülebilen arkeolojik kalıntılardan, akropolisin güneyinde Roma tipinde inşa edilen büyük tiyatro iyi korunmuş durumdadır. Aşağıda 20 ve üst kısımda 6 oturma sırasının yer aldığı tiyatroda 14 merdiven yolu vardır. Ayrıca geniş bir diazomaya sahip tiyatronun her iki tarafında eşmerkezli tonozlu geçitler bulunuyor. İki katlı ve bir sıra sütunlu olduğu düşünülen sahne binası ise büyük ölçüde ayaktadır. Sahne binasının önündeki orkestranın ortasında kırılmış bloklar ve işlenmiş sütunlardan oluşan zengin süsleme parçaları zeminde yatar durumda görülebiliyor. Oturma sırasının önyüzündeki mermer bloklar üzerinde tiyatro maskeleri ve mitolojik hikayelerin temsil edildiği kabartmalar yer alıyor.

Noel Baba’yı ziyaret etmeden dönmeyin

İ.S. 3. yüzyılın ikinci yarısında Patara’da doğup Myra’da piskoposluk yapmış olan Aziz Nikolaos’ın saygın dini kişiliği öldükten sonra aziz mertebesine ulaşmasını sağlamış, başta eski Rusya Çarlığı olmak üzere Avrupa’nın birçok ülkesinin en popüler azizi olmuştur. Almanya’nın  Freiburg, İtalya’nın Bari ve Napoli kentleri ile tüm Sicilya adasında özel saygı duyulan Aziz Nikolaos, Hollanda ve ingiliz dillerinde Santa Klaus olarak tanınmış, bunlar sayesinde Amerika’da da sevilerek New York’u koruyan azizlerden biri sayılmıştır. Avrupa’nın kuzey ülkelerinde çocukların koruyucusu ve sevindiricisi Noel Baba geleneği Aziz Nikolaos inancıyla bütünleştirilerek yarı dini ve çok popüler efsanevi bir tipin yaratılmasına sebep olmuştur.

Aziz Nikolaos Kilisesi, Bizans sanat tarihinin önemli bir anıtı mimari üslubu ve süslemesiyle Orta Bizans Dönemi’nin en seçkin örneğidir. İ.S. 5.yüzyılda Myra’nın (Demre) Likya eyaletinin başkenti, Myra Başpiskoposu’nun da Anadolu’nun ikinci büyük din otoritesi olması, Aziz Nikolaos’un ölümünden sonraki, yıllarda şehrin saygınlığının artmasında büyük rol oynamıştır.

Kaleköy, Antalya
Kaleköy, Antalya

SİMENA (KALEKÖY)

Günümüzde Kaleköy olarak anılan antik Simena, küçük ve çok sevimli bir Likya kıyı kenti olup, M.Ö. 4. yüzyıldan günümüze kadar iskan görmüş stratejik bir nokta olma özelliği gösteriyor. Bu özelliğini en canlı yansıtan kalıntı günümüze dek sağlam kalmış kale diyebiliriz. Buradan Kekova ve çevresinin en mükemmel manzaralarını izlemek mümkün. Günün her saatinde, ne zaman gitsem burası beni masmavi bir deniz manzarasıyla karşıladı. 

Antik kent, Kekova adası ve çevresindeki kıyılarda doğal, kültürel ve coğrafi değerlerin korunması amacıyla oluşturulmuş, 1. Derece arkeolojik sit alanı olarak tescilli. Adanın Simena’ya bakan kuzey kıyıları denizin 4-5 m. derinliklerine kadar uzanan, yarısı suyun içinde, yarısı dışında taş merdivenler, ev kalıntıları, iskele kalıntıları gibi antik çağlardaki depremlerde kısmen suya gömülen uygarlığın izleriyle dolu. Hem tarih, hem deniz hem de iyi yemeği burada bulabilirsiniz. Sahilde dondurma yemeden dönmemenizi tavsiye ederim.  

Kekova’ya giden günlük tur tekneleriyle ya da mavi yolculuk tekneleriyle buraya ulaşabiliyorsunuz. Aynı teknelerle “Batık Şehir” i de görebilirsiniz. Tavsiyem tabanı cam olan tekneleri tercih etmeniz. Kentin girişinde Kaleköy ile Uçağız arasında özellikle lahitler için taşocağı olarak kullanılmış küçük adacıklar arasından kıyıya doğru su altında kalmış yol ve rıhtım kalıntılarını izlemek mümkün. Kıyıya yanaşıldığında göze çarpan ilk yapı, kitabesinde “Aperlai halkı ve meclisi ile birliğin diğer şehirleri tarafından imparator Titus’a armağan edilmiştir” yazılı olan ve M.Ö. 79 yıllarında yapıldığı düşünülen, Roma hamam kompleksine ait yapı kalıntılarını görebilirsiniz. 

Sahilden dik bir patika ve yer yer antik basamaklar yardımıyla kaleye ulaşılırken iki lahit dikkati çekiyor. Biri küçük eksedraya, diğeri ise İdargus oğlu Mentor’a adandığına dair kitabeye sahip. Kaleye ulaşıldığında ilk göze çarpan kalıntı doğal kayaya oyularak inşa edilmiş, 7 oturma sıralı, 300 kişi kapasitesi ile Simena’nın önemli kalıntılarından biri olan tiyatrodur. Su sarnıçları, kaya mezarları ve önce tapınak, ardından kilise ve en son cami olarak kullanılmış dini yapının izleri kalenin diğer kalıntıları arasında yer alıyor. Kıyıda su içinde Likya tipi lahitler, mendirek ve yapı kalıntıları durgun havalarda rahatlıkla görülebilir. Kalenin kuzeydoğusunda ise lahitler ve kaya mezarlardan oluşan geniş bir nekropol alan uzanıyor. Ev tipi mezarın birinde Likya dilinde yazıt dikkat çekiyor, dilerseniz daha yakından inceleyebilirsiniz.

Patara Plajı Antalya
Patara Plajı Antalya

Caretta Caretta’ların yumurtlama alanı: PATARA

Fethiye-Kalkan arasında Xanthos vadisinin güneybatı ucunda bugünkü Ovagelemiş Köyünde yer alan Patara Antik Kenti, Likya’nın en önemli ve en eski şehirlerinden biridir. Patara Antik Kenti, arkeolojik ve tarihsel değerlerinin yanında Akdeniz kaplumbağaları Caretta-Carettaların milyonlarca yıldır yumurtalarını bırakıp yavruladıkları ender sahillerden biri olması ile de ayrı bir öneme sahiptir. Antik kenti gezdikten sonra deniz keyfi yapabileceğiniz, incecik kumu olan, denizi gayet güzel bir plajı vardır. Olympos yol kavşağına çıkarak, yoldan geçen Kaş/Fethiye minibüslerine binip, Patara yol ayrımında inmeniz gerekiyor. Yürüyerek veya kısa mesafe çalışan minibüslerle  antik kente ulaşabilirsiniz. Plaja müze kart veya plaj kartı alarak giriş yapabilirsiniz. 

Kent, Doğucasarı Akropol suru ile Alakür Tepesi’ndeki Batı Suru arasında ve güneyde Limanağzı’nda yükselen Kurşunlutepe ile kuzeyde kente giriş konumundaki Kısık Geçidi arasında 10 km2’lik bir alanı kaplamaktadır. İ.Ö.13.y.y.’a ait Hitit metinlerinde şehrin adı Patar olarak geçmektedir. Tepecik Akropolü’nde ele geçen seramik parçaları, Orta Tunç çağı özelikleri içerirken, yine Tepecik’in doğu yamacı eteklerinde ortaya çıkarılan, Demir Çağı öncesine ait taş balta Patara’nın tarihinin ne kadar eskilere gittiğini göstermektedir. Xanthos vadisinde denize açılabilecek tek yer olması nedeniyle tarih boyunca önemli kent olma özelliğini her çağda devam ettirmiş olan Patara’nın yazıt ve sikkelerde Likya dilindeki adı Pttara olarak geçer. Hellenistik ve daha sonraki dönemlerde Patara, Arap kaynaklarında ise Batara olarak anılır.

Patara İ.Ö. 3. YY.’da Ptolemaios egemenliğine girmesiyle Likya’nın önder kenti durumuna gelir. İ.Ö. 2.y.y.’ın başında Likya’nın Seleukos Krallığı tarafından kontrol edilmeye başlanmasıyla Patara Likya’nın başkenti gibi kabul görür. Bu durum Patara’nın Roma’ya karşı özerkliğini ve Rhodos’a karşı da bağımsızlığını kazandığı İ.Ö.167/68 yılında resmileşir ve Patara Likya Birliğinin başkenti olur. Başkentte Helenistik dönemde inşa edilen Meclis Binası ve Tiyatro gibi anıtsal yapılar bu tarihsel süreçle paralellik gösterirler. Roma egemenliğine geçtikten sonra da önemini yitirmeyen Patara, Roma valiliklerinin adli işlerini gördüğü bir merkez oluşu yanında Roma’nın doğu eyaletleriyle bağlantısını kurduğu bir deniz üssü olarak da önemini korumuştur. İ.S. 43 yılında Likya, Roma eyaleti olurken, İS. 74’de Likya ile Pamphylia birleştirilerek tek eyalet haline getirilir ve Patara’nın başkentliği devam eder. Apollon’un önemli bir kehanet merkezi olarak ün yapmış olan Patara aynı zamanda Anadolu’dan Roma’ya nakledilen tahılların depolandığı ve saklandığı bir limandır. Bizans döneminde de önemini devam ettiren kent Hıristiyanlar için önemli bir merkez olmuştur. “Noel Baba” diye anılan Saint Nicholaos, Pataralıdır. Ayrıca St. Paul Roma’ya gitmek için Patara’dan gemiye binmiştir. İmparator Konstantin’in başkanlık ettiği İ.S. 325’teki İznik konsülünde Lykia’nın tek imza yetkilisi Piskopos Eudemos’un Patara Piskoposu oluşu kentin bu devirde de gözde oluşunun kanıtıdır.

Ortaçağ boyunca önemini sürdüren Patara Türklerin gelmesiyle de önemli bir merkez olarak günümüze ulaşmıştır. Şehre günümüz kalıntılarına giriş, görkemli ve çok iyi korunmuş Roma zafer takından yapılmaktadır. İ.S. 100 yıllarında bölge valisi adına inşa edildiği, kitabelerinden anlaşılmaktadır. Takın batısındaki tepenin yamaçlarında, Likya tipi lahitlerin bulunduğu mezarlık alanı uzanır. Kentin en güney ucunda Kurşunlu Tepeye yaslanmış olan Tiyatronun depremden sonra İ.S. 147 yılında yeniden inşa edildiği yazıtlardan anlaşılmaktadır. Tiyatronun yaslandığı Kurşunlu Tepe şehrin genel görünümünün seyredildiği en güzel köşedir. Buradan şehrin diğer kalıntıları; Vespasian Hamamı, Korinth Tapınağı, ana cadde, liman ve tahıl ambarı rahatlıkla izlen e bil ir. Tepen in kuzeybatısındaki bataklığın arkasındaki tahıl ambarı (granarium), Patara’nın günümüzde kalmış anıtsal yapılarından biri olup, İmparator Hadrian ve eşi Sabina tarafından İ.S. 2.y.y.’da yaptırılmıştır. Tiyatronun kuzeyinde Likya Birliğinin başkenti olan Patara’nın, toplantılara ev sahipliği yaptığı Parlamento Binası yer almaktadır. Şehrin suyu yaklaşık 20 km. kuzeydoğusundaki İslamlar Köyü yakınlarında, Kızıltepe yamacındaki kayalıktan getirilmiştir. Kaynakla şehir arasında, Fırnaz iskelesinin kuzeyindeki; mahallen “Delik Kemer” olarak adlandırılan bölüm ise suyollarının en anıtsal bölümüdür.

Yorgun Herakles’i ziyaret edin 

İnsanlık tarihine kesintisiz tanıklık etmiş Anadolu topraklarının en zengin geçmişe sahip köşelerinden biri olan Antalya Bölgesi’nin sınırları içerisinde yer alan üç antik kültür bölgesi Likya, Pamfilya ve Psidia’nın önemli bir bölümü Antalya Müzesi’nin sorumluluk alanını oluşturuyor. Müzede sergilenen eser sayısı 5.000 civarında. 25.000 – 30.000 kadar eser ise müzede sergilenmeden korunuyor. 

Salonlarda, Antalya topraklarının ilk insanla başlayan ve günümüze kadar kesintisiz olarak süren binlerce yıllık geçmişini yansıtan, kronolojik ve yer yer konularına göre sergilenen eserler görülebilir. Özellikle Perge’de bulunan Roma Dönemi heykeltıraşlık eserleriyle ve son yıllarda müze kurtarma kazılarından ortaya çıkan ilginç ve eşsiz buluntularıyla Antalya Müzesi dünyanın en önemli müzelenri arasında sayılabilir. Müzenin görülmesi gereken en önemli eserleri arasında Dansöz figürü, Yorgun Herakles heykeli ve Herakles lahitleri müzenin en önemli parçaları arasında yer alıyor. Roma heykeltraşlığının ana karekterini oluşturan portrelerin en güzel örneklerini burada görebilirsiniz. Heykellerin tümü, Perge kazılarında bulunmuş. Üç güzeller ve siyah-beyaz mermerden yapılmış olan ” dansöz ” heykeli mutlaka görülmeli, zaten müzenin sembolü bu heykel. 

Tanrılar Salonu’nda sergilenen Zeus, Afrodit, Athena ve İsiş gibi tanrıların salonda heykelleri belki de en çok korunmuş ve en etkileyici eserlerin başında geliyor. Karain Mağarası’nda yapılan kazılarda ele geçen buluntular, lahitler, mezar buluntuları ve ölü hediyeleri, sikkeler, mozaikler, seramik eserler, ikonalar ve küçük eserler görebileceğiniz diğer eserler arasında yer alıyor.

 

Bir Cevap Yazın