Ah şu gençler!..

0
785

Günümüzün gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere, büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı davranmayı öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kurallara boş veriyorlar.

Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”  M.Ö. 800 Heseiod

“Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar. Yetişkinlere karşı saygısızlar. Ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenleri sinirlendiriyorlar.” Aristoteles, M.Ö 350

“Bizim zamanımızda böyle miydi?” diye başlar genelde cümleler… Olan biten her şey, bütün olumsuzluklar hep o gençlerin suçuymuş gibi…

Aristoteles ve Heseiod örnekleri ile başladım yazıma. Aslında bu yeni bir durum değil hep bir önceki nesil, bir sonraki nesil ile ilgili aynı şikayetlerde bulunmuş net olarak bilelim diye.

Hep sonradan gelenlerin durumunun kötü olduğunu düşünmüşler, ülkenin sonunu getireceklerine kadar da götürmüşler bu varsayımlarını…

Oysa ta milattan önce 350’de kayıtlara geçmiş, bu gençler… Kaba gençler, sorumsuz gençler, duyarsız gençler, tembel gençler…

Acaba bunu söyleyenler hiç genç olmamışlar mıydı, o yollardan geçmemişler miydi?

Gençlik denilen dönem yani ergenlik dönemi… Çoğunlukla bu dönemde büyüklerle fikir ayrılıkları başlar. Normal değil mi aslında kimliğin belirginleşiyor, tercihlerin oluşmaya başlıyor. Kendi elbiseni, dinlediğin müziği, yediğin yemeği artık kendin karar vermek istiyorsun. Hormonlar değişiyor. Her insan geçmiyor mu bu süreçten?

Evet, ben artık büyüdüm demek istiyorsun. Duyguların hassas olduğu bir dönem, daha çabuk ağlayabiliyor ya da sinirlenebiliyorsun. Bedenin değişiyor… Müdahale istemiyorsun.

Ama etrafındaki insanlar sanki bu durumu yaşamamışlar, onlar çocukluktan direkt ebeveyn olmaya terfi etmişler gibi davranıyorlar.

Sanki inadına yapıyor herkes. Güldüğün şeylere kolayca, “saçma sapan şeylere gülüyorsun” diyebiliyorlar, okuduğun kitaplara “gereksiz”, seçeceğin meslek bile onların onayında… Oysa senin değil mi bu hayat…

Korkmayın, bu insan gelişimi içerisinde normal bir süreç. Geçecek ama nasıl geçeceği biraz ebeveynlere bağlı. Biraz anlayış, saygı ve güven gerekiyor sadece. Eskisi gibi değil, O artık büyüdü. Zorla bir şey yaptırmanız mümkün değil ama konuşarak, yanında olduğunuzu hissettirerek bu dönemi birlikte atlatabilirsiniz.

Özel alanlarına saygı duyun. Öyle çat kapı odasına girmeyin mesela ya da eskisi gibi siz Ayten Teyze’ye kahve içmeye giderken onu da paket gibi yanınızda götürmeye çalışmayın. Çünkü Ayten Teyze onun için çok da gerekli olmayabilir.

Resim yapıyor, matematik ilgisini çekmiyor diye zekası ile alay etmeyin. Her konu özel bir yetenek gerektirir. Sadece matematik değil…

Kimse ile kıyaslamayın. Komşunun oğlu mühendis olmayı düşünüyorsa bu sizin çocuğunuzu ilgilendiren bir durum değildir.

Çocuğunuzla iletişimde kalmak istiyorsanız yargılamayın. Zevklerine, yaptıklarına saygı duyduğunuzu hissettirin. Hatta onun dinlediği müzikler hakkında fikir edinin. Yeni bir sosyal uygulama varsa öğrenin. Aranızdaki mesafeleri ne kadar kapatırsanız o kadar sizinle barışık bir genç yetiştirirsiniz.

Korkmayın, eğer hamurunda sevgi, saygı, merhamet, dürüstlük varsa ki bunlar bebeklikten başlayarak aileden alınan şeylerdir, mutlaka iyi bir birey olacaktır.

Hepimizin yaşadığı süreçleri bizlerden sonra gelenler için kolaylaştıralım. Ötekileştirip, kopmayalım.

“Evet, ben de geçtim o yollardan ama onun gibi davranmadım.” diyorsanız bir de ailenize sorun bakalım, onlar ne diyecekler.

Arada farklılıklar da olacak, sizin gibi olmak zorunda değil kimse. Çünkü şartlar eşit ya da aynı değil. Teknoloji değişiyor, alışkanlıklar, yaşam biçimleri değişiyor. Bunların tamamı davranışlara yansıyor.

Yaşınız büyüdü diye kendinizi farklı bir yerde görmeyin, tüm yaş aralıkları ile iletişimde olun, böylece hem dinamik hem güncel kalırsınız dolayısıyla o gençleri de tavırlarını da daha iyi anlayabilirsiniz.

Önemli olan kendisini ifade edebilen, duygularını rahatlıkla yaşayabilen, konuşabilen bireyler yetiştirmektir. Korkmayın, korkutmayın. Sevin, sevilin…

 

 

Önceki İçerikSorularla bebek bakımı
Sonraki İçerikÇocuklar okula başlarken…
Sema Tamgüç
1980 yılının Mart ayında İstanbul’da doğmuştur. Çocuklar, hayvanlar ve yaşlılar konusunda ekstra hassas bir kişiliğe sahiptir. Çocukluğunda, Alice Harikalar Diyarı’nı izlerken, kendisinin de bahçenin arka tarafından atlayarak oraya gidebileceğine inanmış, pek çok sefer bunu denemiş, fiziki olarak oraya gidememişte olsa halen arada bir zihinsel olarak harikalar diyarına kaçamak turlar düzenlemeye devam ediyormuş. Üniversite yaşamına Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi’nde başlayan Sema, Pazarlama ile başlayıp İşletme bölümü ile lisans eğitimini tamamlamıştır. Eğitimin ve arada kendini güncellemenin önemine inandığı için, 2011-2012 yıllarında ilk yüksek lisansını MBA olarak yapmıştır. Mesleği gereği marketing’in içinde olan Sema, 2017-2018 yılları arasında da Bilgi Üniversitesi’nde ikinci yüksek lisansını “Interactive Marketing” olarak tamamlamıştır. Üniversite eğitimleri dışında, PR eğitimini mesleğin duayeni “Betul Mardin”den almıştır. Satış teknikleri, güzel konuşma, imaj yönetimi, sosyal medya konularında da eğitim sertifikalarına sahiptir. İş hayatına satış departmanında başlamış olup; proje yönetimi, iş geliştirme, marka iletişim ve pazarlama departmanlarında orta ve üst düzey yöneticilik yapmıştır. Şimdilerde ise pazarlamanın kapsadığı tüm konularla ilgili hizmet vermeye devam etmektedir. Yeni jenerasyonu dışlamayan, iletişim kurmayı seven, anne ve babaların sevmediği şeylerin, onlar sevmiyor diye sevilmemesi gerektiğine inanmayan Sema, her anne babanın sosyal medya platformlarını çocuklarından iyi derecede kullanmayı bilmesinin zorunlu olduğunu düşünmektedir. “Kitap okumuyorsa evlenme”, “Hayırlısı be gülüm”, “İnş cnm yha” sevdiği, yeni dönem düşünceleri arasındadır.

Bir Cevap Yazın